7 Ekim 2012 Pazar

Ne zaman?

Mutlu veya mutsuz olma durumumuzdan başkalarını sorumlu tutma alışkanlığından vazgeçtiğimizde; beynimizi ve ruhumuzu tamamen özgür bırakmış olacağız.... 
Hayatımızın dizginlerini elimize alıp, yaptığımız her hareketin, aldığımız her kararın sorumluluğunu almayı öğrendiğimizde; elimizi kolumuzu bağlayan görünmez bağlardan kurtulmuş olacağız....
Kendi kendimize yetmeyi ve mutlu olmayı öğrendiğimizde; hem kendimizi hem de bizi umursayan insanları gerçekten mutlu etmiş olacağız.... 

Mutluluk, birisinin varlığı veya yokluğuna bağlı olmamalı.... 

Ne zaman öğreneceğiz?

4 Ekim 2012 Perşembe

Bazen




Bazen tek ihtiyacımız olan şey; saatlerce sohbeti değil, saatlerce sessizliği paylaşabileceğimiz birisi....



29 Eylül 2012 Cumartesi

Ey ölüm!

Ölmeye hazır mısınız?
Var mı bunun “Artık hazırım” noktası?
Ölmeden önce yapmak istedikleriniz listenizde kaç madde var? Kaç çentik var?
Tamamlamak için  ne bekliyorsunuz? Para? Zaman? İmkan?
Bunları elde etmek ve listenizdekileri gerçekleştirmek için bir şeyler yapıyor musunuz?
Listenizdeki bütün isteklerinizi gerçekleştirip bitirdiğinizde,
Herşey biter diye mi korkuyorsunuz?
Belki de öyle.
Belki o zaman yapacağınız tek şey, oturup ölümü beklemek,
Beklerken de günlük hayata devam etmek.
Beklemek ya da beklememek,
İşte bütün mesele bu....






19 Ağustos 2012 Pazar

ya....gülmeyi unutursa insan?

............ya herşey anlamını yitirirse hayatında? hiçbir amacın, hiçbir hedefin, hiçbir beklentin, hiçbir isteğin kalmadıysa.... hiçbir şeyden zevk almaz olduysan....olumlu veya olumsuz hiçbir duygun kalmadıysa.... ev, iş, uyu, uyan, para kazan, faturaları öde şeklinde geçiyorsa hayatın... nedir bu? dönüm noktası mı son nokta mı? dönüm noktası olması için bir beklenti lazım ama o da yoksa.... başkaları için varlığınla yokluğunun bir farkı yoksa.... evin içinde bile görünmez adam gibi yaşamaya başlamışsan.... ne yapmak lazım? gitmek mi? bitmek mi? ya da uyumak..........ve eceli beklemek. 

7 Haziran 2012 Perşembe

Yazılmamış ya da yazılmış ama gönderilmemiş mektupların yazarı olan kadınlar....

Ne çok kelime, ne çok duygu, ne çok tecrübe biriktirmişiz bunca yılda. Hepsini harmanlayınca ortaya çıkan cümlelerin kimi gülünç, kimi acıklı, kimi dokunaklı, kimi düşündürücü.... Kelimeler nasılda biribiri peşi sıra koşuşuyor beynimizin içinde, söylenmeye acele edilen cümleleri oluşturmak için...söylenememişlerin pişmanlığıyla, ve yine geç kalma korkusu ve paniği içinde...
Ne çok sevdik, ne çok sevildik, ne çok güldük, ne çok ağladık....kimi zaman ızdıraptan, kimi zaman kahkahadan süzüldü yaşlar gözlerimizden boynumuza doğru, yüzümüzü yıkayarak...tuzlu gözyaşları ile tatlı gülümsememiz köşe kapmaca oynadı yüzümüzde....

Ne çok sustuk................

5 Haziran 2012 Salı

Neden en çok sevdiklerimizi en çok incitiriz?

En çok incittiğimiz insanların aslında en sevdiklerimiz oluşu ne garip..... demiş Milan Kundera.
Sanırım bunu birazcık değiştirmek lazım. "En sevdiklerimiz" değil, "Bizi en çok sevenler" demek lazım bence. Aslında aynı kapıya çıkıyor, zira bizi en çok sevenleri "Bizi sevdikleri için" severiz belki de. Bu da bir rahatlık ve bir güven duygusu ile birlikte bir umarsızlık getirir.

-Annem beni en çok seven insan bu dünyada, aklıma geleni söyler içimden geldiği gibi sorumsuzca davranabilirim, O'nun sevgisine bir şey olmaz.

-Sevgilim bana tapıyor, ağzıma geleni de söylesem beni sevmeye devam eder nasılsa.

-En iyi arkadaşım, bugüne kadar karşılaştığım bütün zorluklarda yanımda oldu, beni destekledi, bana yardımcı oldu. Öyle de davransam, böyle de davransam O incinmez. Beni benden daha iyi biliyor nasılsa, O asla kırılmaz.

Belki de bu yüzden bazı ilişkiler, çok iyi gidiyormuş gibi görünürken bir anda bitiveriyor. Alttan alan tarafın sabrı da bir gün gelip bitiverebiliyor.

Belki de aslında olması gereken şey bu değil.

Bir ilişkide taraflardan birisi hep alıcı, diğeri hep verici olmaya başladığında (A tarafı ile V tarafı diyelim) aslında tehlike çanları çalmaya başlıyor. Verici olan taraf, sevgisinin büyüklüğünden dolayı, alıcı olan tarafsa umarsızlığından dolayı farkına varmıyor bu çanların. Heyecanlı bir Rollar-Coaster (lunaparklardaki inişli çıkışlı hız treni) sürüşü gibi devam etmeye başlıyor ilişki..... ta ki V tarafı sabrının son damlası taşıp da noktayı koyana kadar.

Aslında en güzeli, taraflardan birisinin hep alıcı, diğerinin hep verici durumunda olmaması. Güzel bir denge ama zor bir denge. Belki de bizim kültürümüz için zor bir denge. Hani bizim kadınlarımız hep alışmıştır ya alttan almaya, sevdiğini omuzlarında taşımaya....
Gariptir ki V tarafı A tarafını bir ömür boyu omuzlarında taşısa ve sadece bir gün taşıyamaz olsa A tarafı hemen isyan eder ve "Zaten ne yaptın ki benim için" nidalarıyla başka birini aramaya çıkar.....Daha da gariptir ki bir sonraki ilişkisine başlarken A tarafı, kendisini çok iyi bir V gibi gösterip öyle davranabilir. Eski V'nin tek yapacağı şaşkınlıktan açılmış gözlerle bu yeni durumu izlemekten başka bir şey yapmaz.... Haline "Vah" edip, yeni duruma "Lanet" edip yoluna devam eder ve artık "A" olacağına dair sözler üstüne sözler verir kendi kendine..... Eğer şanslıysa yapabileceği en iyi şey kişiliğinde bir oynama yapıp A-V dengesini sağlamak olur.
Ta ki yeni bir "A" bulana kadar!!!!
Zannımca.........


 

11 Mayıs 2012 Cuma

12.05.2012 00:53

İlişkiler ne kadar çok çeşitli....
Kimi zaman "ya beni bırakırsa" diye düşünürsün, kimi zamansa "ya bırakmazsa" diye :)

Hayatım boyunca insanları ve ilişkileri gözlemledim. Kadınlar kesinlikle çok daha cesurlar hislerini açıklamakta.
Sevdiğini de sevmediğini de gayet içtenlikle söyleyebiliyorlar. Oysa erkekler, sanılanın tam aksine çok daha çekingenler. Yanlış anlaşılmasın, bir barda tanıştığı kızı alıp götürmekten bahsetmiyorum. Gerçek duygularını açıklamakta çok zayıflar. Öyle çok erkek gördüm ki sevdiği halde açılamayan, göz göre göre sevdiği kızı başkasına kaptıran ya da sırf bu içe dönüklüğü yüzünden ilişkisini yürütemeyen.
Her ne kadar kadınları anlamak zor olsa da, her ne kadar ben de (hayatım boyunca erkek sayısı baskın olan okullarda okuyup, işlerde çalıştığım için olsa gerek) kadınları anlamakta güçlük çeksem de, kadınların aslında çok kolay bir yanları var. Hepsi de -hepimiz de- nezaket ve zerafetten hoşlanırız. Dışımız Amazon da olsa içimizde narin bir kız çocuğu her zaman vardır. İşte bunu çözebilen erkek, eğer akıllı olursa kadınını mutlu etmeyi başarır.
Ne yazık ki günümüz ilişkilerinde tuhaf bir şekilde güç oyunları oynanıyor. Kadın güçlü olmaya çalıştıkça aslında farkında olmadan erkeğinin asasını yerden yere vuruyor. Bunun karşısında da erkek ya asayı tamamen havaya kaldırıyor ya da kuzu kuzu teslim ediyor. İkisi de aslında kadını mutlu eden şeyler değil. Kadın da bu durum karşısında şaşkın ve bu saçma döngü sürüp gittikçe de pek çok ilişki çatırdayıp bitme noktasına geliyor.
Sanırım özellikle Türkiye'deki ilişkilerde en büyük eksiklik diyalog eksiklikliği. Bu da ilişkileri ikili yaşanan ama tekli sürdürülen monologlar haline getiriyor.

Kimi -kendince- akıllı erkeklerse, sevgisinin bittiğini ve ayrılmak istediğini söylemekten aciz oldukları için günümüzün modası olan "mobbing" yani Türkçesi, "canından bezdirme" yöntemini uygulayıp. Kadının kendisini terketmesini sağlıyor. Böylece gönlünü yelpazelerken diğer yandan da "Ayrılan ben değilim, kendisi istedi" diye çok zarif bir şekilde işin içinden sıyrılıveriyorlar.

Bizzat gözümle şahit oldum bir seferinde. Büyük bir heyecanla başlayan bir ilişkileri vardı. İşleri gereği 3 yıl boyunca herkesten gizli yaşadılar bu ilişkiyi. Adam O'ndan asla vazgeçmeyeceğini söylüyor ama birlikte yaşamayı da göze alamıyordu. Çok tutkuluydular ama bu tutkunun muhtemel tutsaklığından da kaçıyordu adam. Kadınsa, kafasının içinde 24 saat boyunca adamla yaşıyordu. Bütün iş ve sosyal hayatını yavaş yavaş O'na göre ayarlamıştı. Hayatını yavaş yavaş başka insanlardan arındrımış ve her an hazırda bekler hale gelmişti. Kadının bu şekilde bağlılığı ve her an vaktini uygun hale getirebilmesi, adamın O'nu çantada keklik veya kolay kadın olarak algılamasına dönüşmüştü. Ego şişkinliği yaşıyordu ve bu arada başka kadınlarla kaçamaklar yapmaktan da kaçınmıyordu. 3 yılın sonunda, kadın, yazdığı e-postalara, cep telefonu mesajlarına cevap alamaz hale gelince ve yaşadığı ikili hayat artık canını yakar hale geldiğinde dayanamayıp sevgilisine gitti ve "İstersen işini kolaylaştırayım; biz ayrılalım en iyisi" dedi. Kalbi paramparça olmuştu ve gözlerinden akmasını engelledği yaşlar içinde çağlayanlara dönüşüyordu o anda. Sesinin boğuklaşmasını zorlukla kontrol ederek. "Sanırım bu güzel ilişkiyi, henüz güzelken ve de çirkinleşmeden bitirmek daha iyi olacak galiba."....Adam şaşkın gözlerle bakarken devam etti, "Seni sevmek benim için dünyanın en güzel şeyiyken zaman içinde beni üzen bir şey haline geldi. Seni sevmek bana içten içe zarar verirken hiç bir şey olmamış gibi davranamam daha fazla....Zira artık canım yanıyor.....Kalbim büyük ihtimalle seni sevmekten ömür boyu vazgeçmeyecek ve baktığım her yerde, paylaşmak istediğim her güzellikte seni göreceğim. Seni asla unutmayacağım ve seni deli gibi özleyeceğim. Her gece senin iyi ve mutlu olman, benimse seni özlememem için dua edeceğim. Biliyorum ki, son nefesimde dahi ismin aklımdan geçecek. Eğer bir daha dünyaya gelme şansım olsa yine seni sevmek isteyebilirim ama şu anda, seni sensiz yaşamak zorunda kalmaya daha fazla dayanamıyorum. Varlığındaki yokluğunu; "Acaba gelecek mi? Acaba arayacak mı?" diye bir ümitle yaşamaktansa, YOK olduğunu bilip bunu kabullenerek yaşamaya devam etmek daha az sancılı gibi görünüyor şu anda. Tek dileğim, daha sonra pişman olmamak.....ama şu anda çektiğim acı, artık kangrene dönmüş bu yaralı ilişkiyi kesip atmamın daha iyi olacağını söylüyor bana. Eğer bunun bencillik olduğunun düşünüyorsan söyleyecek bir sözüm yok, belki de öyledir. Belki de herkesin bir dolma, taşma, patlama noktası vardır ve belki de ben o noktadayım."

O anda tek istediği şey, delice sevdiği adama sarılıp kokusunu içine doldurmaktı ama yapmadı. Gücünün son damlasını, içinden gelen bu isteği engellemek için kullandı.

Adam pek bir şey söylemedi. Zaten uzun zamandır durumun bu hale gelmesini ister gibi bir tavır takındığı için sadece ağzında birşeyler gevelemekle yetindi.

Kadın son bir kez sevdiği adamın gözlerine baktı. Mavisinde kaybolup gitmek istedi yine. Bir tek fark vardı be sefer, o gözlerde sadece kendini değil başka kadınları da gördü....ve arkasını dönüp gitti.

Yüzündeki belli belirsiz mağrur gülümsemeyi, gözlerinden süzülen iki damla yaş taçlandırdı. Burnunun direği sızladı, boğazına bir yumruk oturdu, dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Eskiden beri yumruk sıkanlara kızdığı için, kendisini güçlü hissetmek istediğinde her zaman yaptığı gibi avuçlarını ve parmaklarını gergin bir şekilde açtı ve sırtını dikleştirerek yürümeye devam etti. Denizden gelen iyot kokulu rüzgar yüzüne çarpınca hala hayatta olduğunu farketti ve derin bir nefes aldı. Dünya hala dönmeye devam ediyordu ve çok uzun zamandır aramadığı arkadaşları vardı....Cep telefonunu eline aldı ve 25 yıllık arkadaşının numarasını çevirdi, karşıdaki ses öylesine sevgi doluydu ki kalbine bir sıcaklık doldu......Neredeyse ikisi aynı anda; "Buluşalım canım, anlatacak ne çok şeyimiz var kimbilir"........

 


















6 Mayıs 2012 Pazar

Dilekler üstüne



06.05.2012 Pazar

Aslında bugün Hıdırellezle ilgili birşeyler yazmak istiyordum ama aklıma gelen düşünceler birbirinin üstüne binip yine arapsaçına dönünce, eski yazılarımdan birini paylaşayım dedim. Hıdırellez dilek tutmak, istekleri ve beklentileri sıralamakla ilgili olduğuna göre ben de beklentilerle ilgili eski bir yazımı buldum.... Pek çok insanın içinden geçen ama yüksek sesle dışa vuramadığı duygularını dile getirdiğini düşündüğüm bir yazı..... 

İyi Pazarlar hepinize:)  


ALL IN ONE                                                                                                                                                  19.02.09
Günümüzde kahvenin bile üçü bir arada olanı çıktı da sevgilinin neden hepsi bir arada olanı yok hala?
Maceracı, eğlendirici, ağırbaşlı, sevecen, şefkatli, ateşli, kanka, abi, baba, sevgili…. Hepsini bir arada barındıran bir kişiliğe henüz rastlamadım.
Ama bunun tam tersi benden bekleniyor . Ağırbaşlı, sevecen, şefkatli, ateşli, maceracı, eğlendirici, kanka, küçük kız kardeş, abla,anne, sevgili, psikolog…. Başka bir tanımla; mutfakta aşçı, salonda anne, dışarıda kanka, yatakta aşifte.  Ben bunu başardığıma eminim ve eğer ben bunu yapabiliyorsam benzerini de karşımdakinden beklerim. Neden daha azına razı olayım?
Hayatım benim için çok değerli ve benim hayatıma girecek erkek de bunu hak edecek özelliklere sahip olmalı. Beni her yönden doyurabilmeli., Cazibe, hoş sohbet, anlayış, kariyer, maddiyat, maneviyat…. Her şey yerli yerinde olmalı.  
Umutsuz görünen bir arayış bu. Zira en son tanıştığım ve “işte budur” dediğim adam gururla “ben asla büyümeyeceğim” deyince, yıkılan hayallerimin şangırtısı hala kulaklarımda.
Öte yandan yeni bir yaşam şekli oluşsa, hayatlarımızda kokteyl yapma şansımız olsa… Lou Bega’nın şarkısı gibi “just a little bit Monika, a little bit Rita…”   J  tarzında ama “just a little bit Brad, a little bit George, a little bit Vince Vaughn….”

23 Nisan 2012 Pazartesi

Sorulamayan sorular....veya aslında cevabı da olmayan sorular...

24.04.2012

Sevdiğinizin dudaklarına değil, dudağının kenarına yalancıktan kondurduğunuz öpücüğün son öpücük olduğunu bilseniz ne yapardınız?
Ertesi gün uyandığınızda onu bir daha göremeyecek, dokunamayacak olduğunuzun farkına varsanız, içinizdeki pişmanlık ya da sızı nasıl birşey olur?
Keşke bilseydim, O’na daha sıkı sarılır, O’nu ne kadar sevdiğimi gözlerine bakarak bir kez daha söylerdim....Son bir kez daha.... Bir şans daha ister miydiniz hayattan?
Son olduğunu bile bile sarılmak, öpmek, sevdiğinizi söylemek içinizi rahatlatır mıydı yoksa daha mı çok acıtırdı?
Son olduğunu bilmeden, herhangi bir anmış gibi öpmek, öper gibi yapmak....daha mı iyi olurdu acaba?
O’nu son görüşüm olduğunu bilseydim, tüm hatalarım için özür dilerdim...
O’na kendisini ne kadar çok sevdiğimi bir kere daha söylerdim...
O’na söylememi istediği şarkıyı okurdum, gözlerine bakarak...
O’nun sevdiği şiiri okurdum en sıcak ses tonumla, kulağına fısıldayarak...
O’na sımsıkı sarılır ve tüm sevgimi aktarmaya çalışırdım...
vesaire vesaire vesaire....
Peki o zaman bütün bu pişmanlıklarla karışık yüreğinizden geçenleri neden şimdi yapmıyorsunuz?
Hayatla bir kontratınız mı var?
Küçük ya da büyük her vedalaşmayı sanki son sefermişcesine yapsanız olmaz mı?
Nasılsa yarın gönlünü alırım diye düşünerek, umarsızca kalp kırarak yürüyüp gitmeseniz olmaz mı?
Elimizdeki tek gerçeklik, içinde yaşadığımız “şu an” ve onun provası ya da tekrarı yok.
Sevdiğimiz, arkadaşımız, kardeşimiz, annemiz, babamız herhangi birisi olabilir....seviyorsanız gösterin....sevmiyorsanız da gösterin.....ama “-miş gibi” yapmayın......Galiba en kötüsü bu L




10 Nisan 2012 Salı

İHMALKARLIKLAR


İhmalkarlığın nelere malolabileceğini tahmin etmek çok zor değil. Milyonlarca kötü sonuca neden olabilir.

Özellikle sağlığımızla ilgili ihmaller canımıza malolmaya kadar gider.

Peki ya sevgi ihmali? Sevdiğini söylememek ise ölümden daha beter bir yürek yarasına neden olur. Pişmanlık, vicdan azabı....

En çok kırdığımız insanların aslında en çok sevdiğimiz insanlar oluşu ne garip. Onları lastik top gibi görüp asla kırılmaz, incinmez, itsen de geri döner şeklinde davrandığımız zaman aslında farkında olmadan –ileride yüzleşeceğimiz- büyük bir pişmanlıklar silsilesi biriktirdiğimizin farkında değilizdir çok zaman.

Sevgide yapılan çok büyük bir yanlış: Sevdiğimiz adam için “Herşey” olmaya çalışmak. Sonuçsuz bir çaba...Boşa çekilen kürek... O'nun herşeyi olmaya çalışırken tükettiğimiz enerjimiz sonucu, O'nun hiçbirşeyi "tam olarak" olamama...

İdealist kadının kendi kendini ittiği, dibi gelmez uçurumun sükseli adı: “Başarılı kadın”

Başarılı kadın nasıl olunur?

07:00 -O uyurken sen sessizce erken kalk, işe git.
19:00- Akşam aceleyle eve gel.
19:10- Eşine sevgi göster
19:20- Ortalığı topla
19:30- Yemek yap, sofrayı kur, yemeği servis yap
20:00- Yemek ye, masayı topla, bulaşıkları hallet.
20:20- Yemek yerken yıkanmakta olan çamaşırları ipe as.
20:40- Çay veya kahve yap. Ya da taze portakal suyu hazırla.
21:00- Eşine hizmet et, yanında ol.
22:00- Eşine hizmet et, yanında ol.
23:00- Eşine hizmet et, yanında ol.
23:59- Eşine hizmet et, yanında ol.
00:00- Yatağa git, uyu ya da eşine hizmet et, yanında ol.

Tüm bunlar olurken, güzel ve bakımlı ol.
Evde olduğun sürece özellikle çekici ol.
İşte otorite kur, disiplin ve ciddiyetle işini yap, varsa personelini yönet.
Evde itaatkar ol, hizmetkar ol, hamarat ol, seksi ol, yatakta ateşli ol.
Eşinin kendisini güçlü ve önemli hissetmesini sağla ama asla ondan ev işleri için yardım isteme.

Sakın kısa devre yapma! Sigortaların atmasın! Gülümse! Mutlu ol! Hayatı sorgulama!

Başarılı mısın? Sorma! 
Kafanın içinde atmakta olan sigortanın cızırtılarını duymaya başladığında git kafanı suya sok, mümkünse de çıkartma!
Favori şarkın, "Kendim ettim, kendim buldum" olsun. Kimseye suçu atma!
Ettiğini bulmak, ektiğini biçmek istemiyorsan, d-i-k-k-a-t  et!  Hayatını karartma!

......................




17 Ocak 2012 Salı

En ilk....

En ilk (!)
Kaç tane ilk varsa, hani ilkten de öncesi varmış gibi...

Ben bu "en" ilk blogumu böyle plansız, programsız, apansız yazmak istedim işte.
Aklıma geldiği anda başlamayı sevdiğim gibi, pek çok işte...

Benim için en zor ama en güçlü adım hep ilk adım olmuştur. Nihayet burada da ilk adımımı attım ya gerisi gelir artık.
Gelsin artık :)